Ebû Dâvud Süleyman b. Eş'as es-Sicistânî

İmam, şeyhu’s-sünne, mukaddemu’l-huffâz ve muhaddisu’l-Basra gibi unvan­lara sahip olan müellif Ebû Dâvud, h. 202’de Sicistân’da doğmuştur. Tam adı; Ebû Dâvud Süleyman b. el-Eş‘as b. İshâk b. Beşîr b. Şeddâd b. Amr b. İmrân el-Ezdî es-Sicistânî’dir. Nisbelerinden birincisi kabile, ikincisi memleket nisbeleridir ve ittifakîdir. O’na, Sicistân kelimesinin bir çeşit kısaltması olan Sicz’e nisbetle es-Siczî denildiğine de rastlanılmaktadır.

Ebû Dâvud’un Türk ve Arap olduğuna dâir iki ayrı görüş ileri sürülmektedir. Sicistân, Afganistan’ın güney kesimine düşen Afganistan - İran sınır bölgesi olarak Türk yerleşim bölgelerindendir. Ancak Ezd Kabilesi de Yemen’de meşhur büyük bir Arap kabilesidir. Ebû Dâvud’un milliyeti hakkındaki iki ayrı değerlendirme muhtemelen bu iki esasa dayanmaktadır.

Ebû Dâvud’un büyük dedelerinden İmrân, Hz. Ali tarafından Sıffin savaşına katılmış ve orada şehîd düşmüştür. Ağabeyi Muhammed el-Eş‘as ise, Ebû Dâ­vud’a ilim yolculuklarında arkadaşlık etmiştir. Oğlu Ebû Bekr Abdullah meşhur bir muhaddistir. Müellifimizin âilesi hakkında kaynakların verdiği bilgi bunlardan ibarettir. 

Çağı-Çevresi

Ebû Dâvud’un yaşadığı çağ, özellikle hadis ilmi tarihi bakımından, altın çağ kabul edilen hicrî III. asırdır. Aslında bu çağ, İslâm medeniyetinin ve İslâmî ilimlerin tam bir inkişâf ve gelişme gösterdiği, her dalda klasik ve temel eserlerin verildiği hareketli ve bereketli bir dönemdir. Âdetâ kuruluş merhalesinin bütün yönleriyle gerçekleştirildiği yeni ilmî faaliyetlere zemin hazırlandığı çağdır.

Hadis ilmi açısından kütüb-i sitte müelliflerinin yaşadığı bir dönem olan hicrî üçüncü asır, siyasî açıdan da Abbâsilerin hilâfet dönemine rastlamaktadır. Ebû Dâvud, dokuz Abbâsî halifesinin iktidarını idrak etmiştir.

Yetişmesi

Ebû Dâvud, ilk bilgileri kendi yöresinin âlimlerinden aldıktan sonra, o günün ilim geleneğine uyarak ilim tahsili için Irak, Cezîretu’l-Arab, Şam, Mısır gibi yörelere ve bu yörelerdeki ilim merkezlerine gitmiş oralardaki âlimlerden hadis tahsil etmiştir. Onun uzun süre kaldığı şehirlerin arasında Horasan, Rey, Herat, Kûfe, Bağdat ve Tarsus başta gelmektedir, ömrünün sonlarına doğru (h. 271-884’de) göçtüğü Basra’yı da bu arada saymak gerekir.

Ebû Dâvud’un, gezdiği bu geniş yörede kendilerinden istifade ettiği hocaların kadrosu 300’ü bulmaktadır. Bu rakamı İbn Hacer (852/1448), Sünen ve öteki eserlerinden tesbit etmiştir.

Bunlar arasından bilhassa Ahmed b. Hanbel, (241/855), Kuteybe b. Saîd (240/ 854), Müsedded b. Müserhed (228/842), Saîd b. Mansûr (227/841), Hennâd es-Seriyy (243/857), Ali b. el-Medînî (224/838), Yahyâ b. Maîn (233/847), Hayve b. Şureyh (224/838), Halef b. Hişâm (227/841) ve Amr b. Avn (225/839) zikre değer.

İlmî Şahsiyeti

Hadisin fıkhı, illetleri, metin ve sened olarak taşıdığı hususiyetleri hakkında fevkalâde geniş bir bilgiye sahip olan hadis mütehassısı Ebû Dâvud’un ilmî şahsiyetini belli kriterlere göre şöylece tesbit edebiliriz.

İlmî şahsiyetin temelinde, günün şartlarına göre iyi ve etraflı bir tahsil aranır. Müellifimizi bu açıdan ele alacak olursak, hocalarının, o günün İslâm dünyasının en muteber ilim adamları, olduğunu görürüz. Biraz önce verdiğimiz isimler bunun açık delilidir. Devrinin ilim merkezlerini gezmiş olması, gerek bilgi - görgü olarak, gerekse metod, uygulama ve kavrayış olarak onun ilmî kişiliğini bulmasında fevkalâde müessir olmuştur.

Bu durumu ve onun ilmî şahsiyetinin bir başka yönünü, çağdaşlarının meslektaşlarının ve hatta hocalarının ona yönelik değerlendirmelerinde görmek mümkündür. Hocası Ahmed b. Hanbel’in, kendisinden âtire ile ilgili hadisi yazmış olması; Sehl b. Abdullah et-Tüsterî’nin (283/896), “Resûlullah’ın hadislerini rivayet eden dilini çıkar da bir öpeyim.” diye takdir duygularını sergilemesi, devr-i ulemâsının Ebû Dâvud’a gösterdiği yaygın itibarın iki ayrı göstergesidir. Onun hakkında ulemânın söylediği senâ cümlelerine kaynaklar uzun uzun yer vermektedirler. Biz bu iki misali yeterli gördük.

İlmî şahsiyetinin bir başka göstergesi ya da unsuru dikkatli bir araştırıcılıktır. Bu açıdan bir hadisçi olarak Ebû Dâvud’un taklitten çok tahkiki benimsemiş olması, gerçekten engin ilminin belki de hakiki sebebidir. (بِئْرِ بُضَاعَةَ) Buzaa Kuyusu ile ilgili hadisin sonunda verdiği bilgi müellifimizin araştırıcılık vasfını yansıtan en güzel örneklerden biridir. O, şunları söylemektedir:

“Ridâmı kuyunun ağzına serdim. Sonra da onu karışladım. Tam altı zirâ geldi. Bana bahçenin kapısını açan ve beni içeri alan kişiye, «kuyunun eski hali değiştirildi mi?» diye sordum. «Hayır.» dedi. Suyun rengi bozuktu.”

Ebû Dâvud bu sözlerini, Kuteybe b. Saîd’in, kuyunun en çok uyluklara en az baldırlara kadar su tuttuğuna dâir açıklamasını kaydettikten sonra söylemektedir. O, rivayet ettiği bu bilgi ile yetinmeyip imkân bulunca kuyuyu bizzat kendisi ölçmüş, durumu yerinde tahkik etmiş, suyunun renginin bozuk olduğunu tesbit etmiştir. Bütün bunları nasıl yaptığını da tam bir ilim namusu içinde tek tek anlatmaktadır. Yaptığı işe ve yöntemine itiraz kapısını açık bırakmamaktadır.

Ebû Dâvud’un bu tutumu, onun araştırmacılığının ve ilmî dürüstlüğünün takdir edilmesi gereken delilidir. İlmî bir titizliktir.

O’nun ilmî şahsiyetinin bir başka unsuru da münekkitliğidir. Aslında klasik devir hadisçilerinin müşterek özelliklerinin başında onların iyi birer ricâl ve metin münekkidi olmaları gelir. Bu, hiç şüphesiz meşgul oldukları hadis ilminin ana karakteridir. Sünen-i Ebû Dâvud’un gerek tanıtım gerek tenkit olarak ricâl ve metin konusundaki hassâsiyet ve ihtisâsının örnekleriyle doludur.

Ayrıca Ebû Dâvud’un araştırıcılık ve münekkidlik yönünü ortaya koyan gerçekten çok fazla tesbit ve şahâdet bulunmaktadır. Takdir ifadelerindeki anlaşılabilir mübalağa unsurlarını dikkate alarak söyleyelim ki, bu şahâdetler onun ilmî şahsiyetinin bir başka unsuru olan ilmiyle âmil olma durumunu yani dini yaşayışını, vera‘ ve takvâsını da yeterince ortaya koymaktadır.

“Ebû Dâvud, hadis ilminin hâfızı, dini yaşamakta iffet, salâh ve veranın doruk noktasında, bir hadis süvârisidir.”

“Dâvud (a.s.)’a nasıl demir yumuşatılmışsa, Ebû Dâvud’a da hadis ilmi öylesine kolaylaştırılmıştır.”

“Hadisleri tahrîc eden ve sâbit olanları malûl olanlardan, hatayı-sevaptan ayırabilen dört kişi vardır: Buhârî, Müslim. Onlardan sonra da Ebû Dâvud ve Nesâî...”

“O, hadiste reis, fıkıhta reisti. Heybet, saygınlık, salâh ve takvâ sahibi; Ahmed b. Hanbel’e benzer biriydi.”

İlmî şahsiyetinin en tartışılmaz göstergesi eserdir, şâirin dediği gibi; 

Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz

Şahsın görünür rutbe-i aklı eserinde. 

Bu noktadan hareketle Ebû Dâvud’u tetkik ettiğimizde, onun bilhassa Sünen’i ve diğer eserleri, müellifimizin ilmî kişiliğini yeterince ortaya koyacak nitelikte olduğunu görmekteyiz. Sünen’inin, kütüb-i sitte’nin üçüncü sırasında yer alması bunun açık göstergesidir.

Bir ilim adamının eserine talebelerini de katmak elbette gerekecektir. Ebû Dâvud’un talebeleri arasında, Sünen’inin râvisi olanlara ilâveten, yine kütüb-i sitte müelliflerinden Tirmizî (279/892) ve Nesâî (303/915) ve daha birçok meşhur muhaddis bulunmaktadır.

Ayrıca Ebû Dâvud’un ilmî şahsiyetinin bir başka yönüne misal olarak biraz sonra nakledeceğimiz olayda da görüleceği gibi O, imarı istenen Basra’nın ihyâsını sağlamak üzere orada oturmaya davet edilecek kadar ilmî şöhret sahibiydi. Günümüzde nasıl kalkındırılmak istenen yörelere birer üniversite açma yoluna gidiliyorsa, o gün Basra’nın ihyâsı görevini yalnız başına Ebû Dâvud üstleniyordu. O’nun Basra’da olduğunu duyan ilim tâliblileri ona gelecek ve böylece şehir yeniden canlanacaktı, ilim ve ulemânın hem mânevî hem maddî açıdan ihyâ ve ümrân vesilesi olduğunu Ebû Dâvud’un şahsında görmekteyiz.

Burada şuna da işaret edelim ki, Ebû Dâvud’un Basra’ya davet edilmesi olayı, aynı zamanda bizim medeniyetimizin temel özelliğinin ilim olduğunu ve bu medeniyetin temelinde ulemânın tartışmasız bir yere ve role sahip bulunduğunu da gözler önüne sermektedir.

İlmî şahsiyetinin bir başka ölçüsü, âlimin, ilmin şerefine sahip çıkan bir genel tavır içinde olmasıdır. Bu da daha çok, ilmi kendi zemininde ve kendine has şartlar içinde, bilhassa yöneticilerin istismârına imkân bırakmayacak şekilde yaymaya çalışmakla ispat edilebilir. Ebû Dâvud’u tam bir ilmî sorumluluk içinde görmekteyiz. Şu olay bunun en açık delilidir. Kendisine hizmet etmekte olan Ebû Bekr b. Câbir anlatıyor:

“Bağdat’ta Ebû Dâvud ile beraberdik. Bir gün akşam namazını kıldıktan sonra kapı çalındı. Açtım. Bir de ne göreyim, bir görevli:

— “Emîr Ebû Ahmed el-Muvaffak geldi içeri girmek için izin istiyor.” dedi. Dönüp durumu Ebû Dâvud’a bildirdim, izin verdi. Emîr girdi ve oturdu. Sonra Ebû Dâvud, Emîre;

— “Bu vakitte Emîri buralara getiren nedir?” dedi. Emîr;

— “Üç iş için geldim.” dedi. Aralarında şu konuşma cereyân etti:

— “Neymiş bunlar?”

— “Basra’ya gidip oraya yerleşmeniz. Dünyanın dört bir yanından ilim tâliblileri sana gelirler ve böylece zenci baskınından sonra harabe haline gelmiş ve terk edilmiş olan Basra da şenlenir.”

— “Bu birincisi. İkinci iş nedir?”

— “Çocuklarıma Sünen’i okutup rivayet etmeniz.”

— “Evet, üçüncüsü nedir?”

— “Sünen’i rivayet için bizim çocuklara özel bir zaman ayırman. Zira halife ve emîrlerin çocukları halk ile bir arada olamazlar.”

— “İşte bu asla olmaz. Zira ilim konusunda yönetici de yönetilen de aynıdır, eşittir.”

İbn Câbir demiştir ki, “Emîr’in çocukları diğer öğrencilerle beraber derse geldiler, ancak onlarla diğerleri arası bir perde ile ayrıldı.”

Öte yandan Ebû Dâvud’un, ilmî hassâsiyeti ve hakka bağlılığını, eş-dost, akraba hatırı asla gölgeleyemezdi. Oğlu Ebû Bekr Abdullah hakkında, “Oğlum Abdullah yalancıdır.” demişonun hadiste güvenilir biri olmadığını açık şekilde ortaya koymuştur.

Bu olaylar, büyük hadisçilerin aşağı-yukarı hepsinde görülen hak yanlısı olma ve ilmin şerefini her şeyin üstünde tutma titizlik ve cesaretini göstermektedir. İlmî şahsiyetin en belli başlı gereklerinden biri belki de en önemlisi de bu tavırdır.

İlmî şahsiyette, ilmî murâkebe ve denetime rızâ göstermek de önemli bir unsurdur. Bu açıdan müellifimiz aynı olgunluk içindedir. Sünen’ini tasnif edince hocası Ahmed b. Hanbel’e arzetmiş ve onun denetimini sağlamış ve tasvîbini almıştır. Günümüzde ilmî ve akademik çalışmalar nasıl ihtisâs jürileri tarafından tetkik edilir ve değerlendirilirse, geçmişte de ulemâ eserlerini, zamanın meşhur âlimlerine arzeder ve onların görüşlerini kendiliklerinden alırlardı. Bu, ilmî mesele edinmenin tabiî gereği ve sonucudur.

Müellifimizin ilmî şahsiyetinde, mensup olduğu mezhebinde elbette bir payı ve yeri olacaktır. O’nu hanbelî fakihi olarak gösterenler, O’nun Ahmed b. Hanbel ile olan yakın ve sıcak ilmî alâkasından hareket etmişlerdir. Şâfiî tabakâtında kendisine yer verilmiştir. Oysa O’nun diğer hadisçiler gibi hiçbir mezhebin görüşünü benimsememiş olduğu, başlı başına sünnetin fıkhı ile meşgul bir muhaddis fakih olduğu açıktır. Mekkelilere yazdığı mektupta, Sünen’ini tanıtırken herhangi bir mezhebe mensubiyetini imâ eden herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Zaman zaman şu veya bu mezhebin görüşlerine yakın olması, aralarında paralellik bulunması, onun, o mezhepten olduğunu göstermez. Unutulmamalıdır ki, hadisçinin mezhebi hadistir. Zâten Ebû Dâvud da sünnete uymakta selef anlayışı üzerindeydi. Kritik kelâmı konulara dalmaktan daima uzak dururdu.

Ayrıca bize göre ilmî şahsiyetin bir diğer ölçüsü de meşgul olunan sahada belli terkib ve sonuçlara ulaşabilmek ve bu sonuçları genel değerlendirmeler halinde ifadelendirebilmektir. Müellif Ebû Dâvud bu noktada da fevkalâde dikkat çekici bir beyana sahiptir. Beş yüz bin hadis arasından seçtiği 4.800 hadis ile meydana getirdiği Sünen’i takdim ederken, “müslümanın dinî hayatı için dört hadisin yeter.” olduğunu söylemiştir. Böyle bir sonuca varmak, konuyu bütün yönleriyle hazmedip temel noktaları yakalayabilme kabiliyet ve dikkatini, hazâkatini gösterir. O, bu dört hadisi şöyle sıralamıştır:

1. Ameller niyetlere göredir.

2. Mâlâyanîyi terketmesi kişinin olgun mü’min olduğunu gösterir.

3. Kendisi için istediğini mü’min kardeşi için de istemedikçe kişi kâmil mü’min olamaz.

4. Helâl bellidir, haram bellidir. Aralarında şüpheli bazı işlerde vardır...”

Daha sonra medâr-ı İslâm (İslâm ahkâmının üzerinde dönüp durduğu esaslar) olarak benimsenecek olan bu değerlendirme, Ebû Dâvud’un ilmî şahsiyetinin daha sonraki dönemlere de damgasını vurduğunu delillendirmektedir.

Netice itibariyle tasnif devri müellifleri arasında fevkalâde bir yere ve ilmî kişiliğe sahip olan Ebû Dâvud, sonraki dönemlerde de eserleri ve kişiliğiyle takdir görmüş muhaddislerden biridir.

Vefatı

Müellifimiz Ebû Dâvud 16 Şevvâl 275 Cuma günü Basra’da 73 yaşındayken vefat etmiş, cenaze namazını Abbâs b. Abdilvâhid el-Hâşimî kıldırmış ve Süfyân es-Sevrî’nin kabri yanına defnedilmiştir. Rahmetullahi aleyh.

Eserleri

Müellifimiz Ebû Dâvud’un bugün ismen bilinen 19 eseri vardır. Bunlardan 4 tanesi basılmıştır. Diğerleri ya yazmalarının mevcudiyeti ya da kendilerine yapılan atıflar veya onlardan yapılmış iktibaslar vesilesi ile ismen tanınmaktadır.

Sünen dışında basılmış olan eserleri şunlardır:.

Risâletü Ebî Dâvûd ilâ ehl-i Mekke fî vasfi Sünenihî (Risâle fî Vasfi Te’lîfihî li-Kitâbü’s-Sünen) Zâhiriyye (hadîs 347), yazma nüshası bulunan bu mektubu M. Zâ­hid Kevserî, Kahire’de 1369’da neşretmiştir. Ayrıca Muhammed Sabbağ da Advâu’ş-Şeri‘a mecmûasında (sayı 5, 1394) tahkikli olarak yayınlamıştır. Daha sonra müstakil baskısı da yapılan bu mektubu, M. Sabbağ’ın tahkikinden yararlanarak tercüme etmiş bulunmaktayız. Tercüme bu mukaddime içinde yer alacaktır.

el-Merâsil: Mürsel hadislerle ilgili olup Reîsu’l-küttâb 145/2 ve Köprülü 294/2’de yazma nüshaları bulunan bu eser Kahire’de 1310’da basılmıştır.

Mesâ‘ilu’l-İmâm Ahmed: Fıkıh konularına göre tertip edilmiş olan eser, Ahmed b. Hanbel’e tevcîh edilen suâller ve cevapları ihtiva etmektedir. Reşid Rıza’nın tahkiki ile Kahire’de basılmıştır. Daha sonra ofset baskıları yapılmıştır.

Bunların dışındaki Ebû Dâvud’a ait eserler şöylece sıralanabilir:

el-Mesâ‘il, en-Nâsihu’l-Kur’ân ve’l-mensûhuh, İcâbâtühû alâ su‘âlâti Ebû Ubeyd Muhammed b. Ali b. Osman el-Âcurrî, Kitâbu’z-zühd, Tesmiyetu ihve ellezîne ruviye anhümü’l-hadîs, Kitâbu’l-Kader, Esiletün li Ahmed b. Hanbel ani’r-ruvât ve’s-sikât ve’d-duâfâ, Kitâbu’l-Ba‘s ve’n-Nüşûr, Delâ‘ilu’n-Nübüvve, et-Teferrüd fi’s-Sünen, Fezâ‘­ilu’l-Ensâr, Müsnedü Mâlik, ed-Du‘â, İbtidâ‘ü’l-Vahy ve Ahbârü’l-Havâric.

Toplam 2 üründen 1-2 arası gösteriliyor
Ürün Favori Listenize Eklendi

Daha iyi bir deneyim için izninizi istiyoruz.

Şamil Yayınevi olarak, sizlere daha güvenilir ve kişiselleştirilmiş bir alışveriş deneyimi sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. Çerezler, tercih ve ilgi alanlarınıza yönelik özel içerikler hazırlamamıza yardımcı olur. Zorunlu çerezler haricindeki çerezlerle toplanan veriler, yurt dışında yerleşik altyapı tedarikçilerimize aktarılmaktadır. Çerezler vasıtasıyla hangi kişisel verileri topladığımız ve nasıl kullandığımız hakkında daha fazla bilgi edinmek için aydınlatma metnimizi buradan inceleyebilirsiniz: Aydınlatma Metni. Çerez politikamız ve kişisel verilerinizin korunması hakkında daha detaylı bilgi almak isterseniz, Çerez Politikamız sayfasını ziyaret edebilirsiniz.